BEDİÜZZAMAN HAZRETLERİ 1877-1960
Bediüzzaman Said Nursi Hz. Hayatı (1877-1960) "Resimli" |
Bediüzzaman Said Nursi,1873 te Bitlis in Hizan ilçesine
bağlı İsparit nahiyesinin Nurs köyünde doğdu. Babasının adı
Mirza,annesinin Nuriyedir.Ağabeyi Molla Abdullah'ın ilim
tahsil etmesinin kendisine kazandırdığı itibara imrenerek 9
yaşında Tağ köyünde Muhammet Emin Efendi'nin
medresesinde(alttaki resim) öğrenime başladıysa da çok
geçmeden Nurs'a döndü ve haftada bir gün gelen ağabeyinden
temel bilgileri öğrenmekle tahsilini devam ettirdi.
Öğreniminin en verimli safhası, 15 yaşındayken 1888'de
Muhammet celalî'den ders aldığı üç aylık devredir. O zattan
Molla Cami'den nihayete kadar, ortalama on yılda okutulan
bütün metinleri üç ayda okuyup diploma aldı. Kitaplardan
sadece anahtar bilgileri öğreniyordu.alet ilimlerini
kapsayan bu Öğrenimin ardından,sıcaktan kavrulmuş toprağın
suyu yutması gibi temel ilimlere yöneldi. Usûl'den Cem'ül-cevâmi,
Kelâm'dan Şerhül-Mevâkıf gibi ağır metinlerden günde
ortalama iki yüz sayfalık bir kısmı anlayarak okuyordu.Bu
sıralarda Şirvandaki ağabeyinin yanına gittiğinde icâzet
aldığını söyleyince o inanmamış, sıkı bir sınamadan sonra
küçük kardeşinin kendisini geçtiğini görerek talebelerinden
gizlice ondan ders almaya başlamıştı.
Siirt'teMolla Fethullah da imtihan sonucunda durumunu tespit
etmiş, yanında bulunduğu bir hafta içinde, günde bir-iki saatlik
meşguliyetle Sübkî'nin Usûl-i Fıkh'a dair Cem'ül Cevâmi eserini
ezberlediğini görünce ''zeka ile hafıza kuvvetinin ifrat
derecede bir kimsede bir araya gelmesi nadirdir'' deyip
hayretini belirtti ve kitabına şu cümleyi yazdı (Cem'ul Cevâmi
Kitabının tamamını bir haftada ezberlemiştir.) sonunda ünü,
Siirt, Bitlis gibi bölge valilerinin, O'nu korumaya mecbur
kalacakları boyutlara vardı. 1-Maaş ve hediye kabul etmiyordu.
2-Kendisine sorulan tüm sorulara cevap verdiği halde ilim ehlinden
hiç kimseye soru 3-talebelerini da zekât ve hediye kabülünden men ediyordu. 4- Dünyada mücerred kalmak istiyor; ev,bark, eşya, aile kaydı altına girmiyordu.
Kısa
zamanda İstanbul'da
Bu
hutbede İslâm dünyasını geri bırakan etkenlerin şunlar
Sonra yaralı bir vaziyette esir düşüp Sibirya'daki Koşturmaya'ya
gönderildi.
Dünya savaşından donra, 1918 yılında kurulup Osmanlı Devleti'nin
en din kurulu durumunda olan Dar'ül-Hikmeti'l-İslâmiye üyeliğine
Orduy-ı Hümayun adayı olarak tayin edildi. Bu kurulda İzmirli
İsmail Hakkı,Şeyh Saffet (yetkin) gibi zâtlar üye olup Mehmet
Akif de kurulun genel sekreteriydi. Harbin sonuna doğru İngiliz
siyasetinin iç yüzünü ortaya koyan Hutuvvât-ı Sitte adlı
risâlesini yayınlamış ve İstanbul'un her tarafına dağıttırmıştı.
İngilizler 1920 yılında İstanbul'u işgal edince bu risâle,
İngiliz Başkumandanına gösterilir ve BEDİÜZZAMAN'ın bütün
kuvvetiyle aleyhte bulunduğu kendisine ihbar edilir. Kumandan
onu idam etmeye niyetlendiyse de böyle bir hareketin,Doğu
Anadolu'da büyük bir kargaşaya ve İngiliz aleyhtarlığına sebeb
olacağı yönün - deki uyarıları dikkate alarak bu kararından
vazgeçer. İşgal döneminde İngiltere Angligan Kilisesi baş
papazı, İslâm hakkında kapsamlı altı soru ha- zırlamış ve
yetkili din âlimlerinin cevaplarını istemişti. Elmalı'lı
Muhammet Hamdi Yazır, Abdülaziz Çavuş gibi bir kaç zât,küçük bir
kitap çapında cevaplar hazırladılar. BEDİÜZZAMAN ise ''Ben
onlara bir tek kelimeyle bile cevap vermem Cevabım tükürüktür''
deyip bu tutumunun sebebini şöyle açıklamıştır:''Çünkü zalim
devletin,ayağını boğazımıza bastığı dakikada, papazlarının
mağrur bir eda ile suâl sormasına karşı yüzüne tükürmek lâzım
gelir.'' Bu cevap, onun farkını ve mizacını gösteriyor. Üstad,
bu kişilerin maksatlarını keşfedip: ''İşte biz, adamı böyle
yeneriz. Şayet sizin dininiz hak olsaydı bu perişan vaziyete
düşmezdiniz. Şimdi bizim üstünlüğümüzü anlayın bakalım!''
dercesine bu soruları yönelttiklerini keşfedip bu ağır cevabı
vermişti. 5 Mart 1920'de Hamdullah Suphi, V. Ebuziyya, Mazhar
Osman, F. Kerim Gökay, Süheyl Ünver, M. Şekip Tunç ve Hakkı
Tarık Us ile Yeşilay'ı kurdu. 1921 yılının Ocak ayında İskilipli
Atıf Mustafa Sabri, Ermenekli Saffet efendilerle Müderrisler
Cemiye'tini kurdu. Anadolu'da başlatılan İstiklâl hareketini
destekledi. Şeyhülislâm Dürrizâde'nin bu hareket aley- indeki
fetvasının, esaret altında verilmiş olduğundan geçersiz olduğunu
belirtti.
İstanbul'daki önemli ve başarılı hizmetlerinden dolayı Ankara
hükûmeti, onu Ankara'ya davet etti. ''Ben tehlikeli yerde
mücadele etmek istiyorum'' diyerek bu teklifi kabul etmedi.
Zaferden sonra 9 Kasım 1920' de davet tekrarlandı ve bu defa
kabul etti. Meclis'de,resmî karşılama töreni yapılmasına dair
karşı çıktı.Mebusların dinî yönden lâkayd olduklarını görünce 19
Ocak 1923'te üç sayfalık bir beyannname dağıtarak onları
uyardı.Namaz kılanlara altmış mebus daha katıldı.Namazgâh olan
küçük bir odayı, büyük bir mescid haline getirtti.İdealindeki
üniversiteyi gündeme getirdi; 163 milletvekilinin oyu ile bu iş
için yüzellibin banknot ödenek ayrıldı. Bediüzzaman, İslâm
âleminde bir dirirliş olacağına dair kuvvetli ümidi sebebiyle
Ankara'ya gelmişti.Gençliğinden bu yana tüm çabaları hep bunun
içindi.Siyasî açıdan bu yöndeki son teşebbüsü,Ankara'da
oldu.Fakat karşısına kuvvetli engeller çıktı. Bir gün Meclis'te,
Mustafa Kemal Paşa ile iki saat kadar görüşmüş; yapılacak
inkılâbın Kur'an'dan kaynaklanması gerektiğini,Avrupalıları
taklit etmenin doğru olmayacağını anlatmıştı.Mustafa Kemal,Bediüzzaman'ın
nüfûzundan istifade etmek için ona mebusluk,Darü'l-Hikmeti'l-İslâmiye
gibi Diyanet'te azalık ve Şark Umumi Vaizliği'ni teklif
eder.Fakat Bediüzzaman kabul etmez.Meclis'teki ortamı da
değerlendirerek siyaset alanında yapacağı bişey kalmadığını
düşünür;Van'a gidip Erek dağında bir mağarada inzivaya
çekilir.Bu düşünce, aslında başka bir alandaki hareketi
planlamak gayesiyle yapılan bir gerilim, koşmak için yapılan bir
geri çekilmeydi.Dalâletin, ilim ve medeniyet kisvesiyle girdiği,
yöneticilerin çoüunun Avrupai fikirlere meftun olduğu, dini
faaliyetlerin yasaklandığı,dinî eğitim veren okulların
kapatıldığı, totaliter tek parti yönetimin hâkim olduğu bir
dönemde teşkilâttan mahrum olarak dinî hizmetrealitede yok
sayılırdı.Bediüzzaman, neticesiz kalmaya mahkum ani çıkışlara
iltifat etmemiş;İslâm beldelerinden birine yerleşme,orada
hizmete devam etme tekliflerini de kabul etmemiştir.O,her zaman
mücadelenin kzıştığı yeri tercih etmiştir. SÜRGÜN EDİLMESİ
Diyarbekir tarafında ortaya çıkan şeyh Said harekeine
katılmadığı halde o kıyamın neticesinde(Şubat 1925),kış
mevsiminde Erzurum ve İstanbul'dan sonra Burdur'a sürüldü.7 ay
orada kaldıktan sonra büsbütün tecrid etmek gayesiyle 1926'da,
Isparta'ya bağlı dağlık ücra bir köy olan Barla'ya gönderildi.
Afyon un soğuk kışında yetmişbeş yaşındaki ihtiyar birinin
yirmi ay hücre hapishanesinde tutuklu kalması,ölüme
terkedilmesi demekti.Şahsına verilen sıkıntıların
fazlalığını,bütün cemaate duyulan hiddeti teskin vasıtası
saymakla memnun olmuştu.Hapishanede onunla gizlice görüşmeye
çalışan talebeleri falakaya yatırılıyordu.Herşeye rağmen
diğer hapishaneler gibi Afyon hapishanesi de "Medresey-î
Yusufiye" ye dönüştü.Caniler ıslah-ı hal ettiler.Hatta ceza
süresini tamamlayan bazı mahkumlar:"Kendimizi suçlu
göstermek suretiyle onlarla beraber kalacağız dediler.Burada
hapishane müdürüne yazıp dedi ki:" Rusya da bolşevizm
fıtınası ve fransız ihtilali önce hapishanede başladı.Fakat
Risale-i Nur şakirdleri Eskişehir,Denizli,Afyon da
hapishaneleri ıslah etti.... Mahkeme kendisini yirmi ay
mahkum etme kararı aldı.Yargıtay ın bu kararı bozmasına
rağmen kanunsuz oylamalar ile tekrar aynı karar mahkum
edildi.Mahkeme devam ederken demokrat parti iktidara gelip
genel af ilan etti.Tahliye edildiler.Mahkeme ancak 11 eylül
1956 da beraat verdi.Tahliyeden sonra Emirdağ da ikamet
etti.Afyon hapishanesinden sonra mektepliler ve
memurlar,hissedilir derecede onun halkasına dahil
oldular.Bazı üniversiteli gençlerin yayınladığı Gençlik
Rehberi adlı kitabı dava konusu olunca mahkeme için 1952 de
İstanbul a geldi.Aşağıdaki resimler Bediüzzaman
hazretlerinin 1952 yılında İstanbul'a geldiğinde
çekilmiştir.
![]() Abdurrahman Şeref Laç ve Mihri Helav gibi değerli avukatlar savunmada yer aldılar.Mahkeme beraatla neticelendi.Halk,özellikle gençlik,kendisine büyük ilgi gösterdi.Uzun bir ayrılıktan sonra istanbul a,sılaya gelir gibi gelmişti.1953 te Isparta da ikamete başladı.Demokrat parti iktidarının,ezanı asli şekliyle okunmasına imkan vermesi sebebiyle tebrik edip vatan ve millet hizmetinde muvaffakiyet temennisinde bulundu.Ayrıca Risale-i Nur u serbest bırakıp,Ayasofya yıda cami haline irca eden bir mesaj gönderdi.1953 te üç ay İstanbul da kalıp,fethin 500. yıl dönümü kutlamalrına katıldı.1956 da eserleri,talebelerinden bir kaç heyetçe yeni türk harfleriyle yayınlanmaya başladı. 1960 başlarında Ankara ve Konya'ya gitmesi siyasi çevreleri telaşa verince Hükümet, radyodan bildiri yayınlayarak Emirdağ'da ikamet etmesini istedi. İşte o hapishane dışındayken bile -1925 ve 1960 yılları arasında- böyle mahkum muamelesi gördü. Fakat Osman Yüksel'in dediği gibi o ''Mahkemelerden mahkemelere sürüklendi. Ama mahkumken bile hükmediyordu.'' 18 Mart 1960'da Emirdağ'dan Isparta'ya oradan da gizlice Urfa'ya gitti (21 Mart). Bakanlığın a- cele Urfa'yı terketme emrine, Urfa'lı siyasilerve halk karşı koydu. Emri tebliğ eden Emniyet Müdürü'ne : ''Ağır hastayım.Dönecek takatim yok. Zaten buraya ölmeye geldim'' dedi. 23 Mart sabaha karşı Kadir Gecesi vefat etti. ![]() Tereke hakimi, saat, cübbe ve yirmi lira tespit edip kardeşine verilmesini hükme bağladı. 24 mart perşembe günü Halilurrahman Dergâhı 1960 gecesi Urfa'nın her tarafı askeri zırhlı birliklerce tutuldu. Saat 01.00'de demir parmaklıklar kesilip varyozlarla mezar yıkıldı. Ceset hiç bozulmamıştı. Sadece kefen biraz sararmıştı. Konya'dan askeri uçakla getirilen kardeşi Abdülmecid Nursî, mezarın naklinde hazır bulundurulmuştu. Onun verdiği bilgiye göre ceset, askeri uçakla geceleyin Afyon askeri havaalanına nakledildi. Oradan da karayoluyla Isparta tarafına götürülüp meçhul bir yere defnedildi. Yirminci asırda devlet yönetimini elinde bulunduranlar tarafından mezarda bile ona yapılan bu muamele, Üstâdın dalâleti ne derece çılgına çevirdiğinin bir göstergesidir. Kadir Mısıroğlu, Sebil dergisinde, 1970'de onu anarken kapak resmi olarak onun resmini koyup altına şu cümleyi yazmıştı: ''Türkiye'de dinsizlerin planını altüst eden adam.'' Bu tarihi tespitin doğruluğunun yüzlerce delilinden biri de zalimlerin onun ölüsünden bile korkarak meza- rını bilinmeyen bir yere nakletmeleridir. Ne var ki zalim insanların eliyle kader-i ilahî, onun ihlâslı bir dileğini gerçekleştiriyordu. Bir çok talebesinin yanında söylediği ve yazılı mektupları içinde neşredilen bir sözünde şöyle demişti: '' Benim kabrimi, gayet gizli bir yerde bir-iki talebemden hiç kimse bilmemek lâzım geliyor... Dünyada beni sohbetten meneden bir hakikat, elbette vefa- tımdan sonra da, bu suretle, beni sevap cihetiyle değil, dünya cihetiyle menetmeye mecbur e- decek.''(Bu hakikat ihlas olup, onu şöhretten, insanların---manevi kabilden dahi olsa--ücretlerin- den menetmektedir.) Vefatından uzun seneler önce 1923'de yazdığı ve yeni harflerle de vefatından beşyıl önce yayınlanan Sözler kitabının sonunda imza kabilinden koyduğu ed-Dâi hatimesinde 1379'da vefat tarihini ve sonra mezarının yıkılacağını ve Asya'da İslâmiyet'in inkişaf edeceğini Allah'ın bildirmesiyle bildirmişti.(Bu satırları yazan Üstad vefât ettiğinde, A.Ü. Hukuk Fakültesi 1.sınıf öğrencisi idin ve o günlerde memleketim olan Ergani'de bulunuyordum. Bediüzzaman'ın vefat haberinin radyodan duyurulduğu gece, ilçenin müftüsü olan babam merhum M. Zeki Yıldırım'ın etrafında geniş bir terâvih cemaati ile çayhanede oturuyorduk.Haber duyulunca babam beni evegöndererek Sözler'i getirmemi söyledi. Getirdim. Üstâd'ın imzam dediği ed-Dâi kıtasını okuduk. / S. Yıldırım / .)
KISACA BAZI FİKİRLERİ
ÜSTÂD BEDİÜZZAMAN'ın ''ESKİ'' ve ''YENİ SAİD' dönemlerinde yazdığı birçok eserleri var- dır. Türkçe, Arapça ve az miktarda Farsça yazmıştır. Eserleri hacim olarak toplam altı bin sayfa tutmaktadır. Eserlerinde nakle değil, yeni, orijinal fikirlere yer verir. Diğer eserlerde bulunabilecek bilgileri onlara havale edip tekrara gerek duymaz eserlerinin çoğu Kur'ân tefsiri mahiyetindedir. Konuya girerken bir veya daha çok ayetten hareket eder.Fakat eseri, alışılmış lafzî tefsir tarzında değildir. Kur'an hakikatlerinin kuvvetli hüccet- lerini ortaya koyması itibariyle farklı ve önemli bir tefsirdir. Kur'an'ın hidayetini insanlara anlatma işini gerçekleştiren, insanın aklını, nefsini, duygularını ikna eden bir eserdir. Aslında insanların çoğunun, lafzî tefsirlerden çok, bu tür eserlere ihtiyaçları vardır. İnsanlar, muayyen konularda Kur'an'ın insanlığa gösterdiği hidayeti anlamak isterler. Tefsirlerin tamamını okuyacak vakti olan çok az insan vardır. Bu sebeple konulu tefsir, bu asırda yayılmış ve yayılmakta olan bir tefsir türüdür. İşte Risale-i Nur Külliyatı, İslâm'ın temeli ve yirminci asırda en çok hücum edilen kısmı olan iman hakikatlarına dair, akaid esaslarına dair bilgileri, özellikle onlardan kastedilen hidayet, maksad ve neticeler itibariyle tefsir eden konulu örneklerindendir. Bediüzzaaman'ın hayatı boyunca izlediği gayelerden biri de İslâm ehlinin eğitim müessesele- ri olan medrese, mektup vetekkeyi kendilerinden beklenen rolleri yerine getirecek tarzda besleyip mücehhez kılmak idi.Medrese programlarının yeniden düzenlenmesini şart görüyordu.Ona göre tefeyyüz eksikliğinin sebebi, alet derslerinin asıl derslerin yerine geçmiş olması, şerh ve hâşiyelerle fazla meşgul olma ve fen bilimlerinin yokluğu idi. Mektepleri de dinî dersler yönünden beslemek gerekiyordu.Mezunlarının isdihdam yerlerini de düşünmek lâzım gelirdi. İşte böylece her biri, farklı bir tarafa çekip götüren medrese, mektep ve tekke ruhunu birleştirip bunların herbirinden nasibini almış kâmil insan yetiştirme peşinde idi. Bunu ''Medresetü'z--Zehra'' adını verdiği üniversiti modelinde görüyordu. İslâm toplumunun üç eğitim kurumu olan medrese, mektep ve tekkenin koordinali çalışmasını istiyordu. Bunların birbirinden kopuk oluşu, her birinden gurur ve taassubu ortaya çıkarıyordu. Halbuki onagö reİslâm binasında, bunların her birinin yeri vardı. ''İslamiyet hariçte temessül etse bir menzili mektep,bir odası medrese, bir köşesi zâviyedir. Salonu ise hepsinin toplandığı yerdir. Biri, diğerinin noksanını tekmil için bir şûra meclisi olarak, nûrânî sağlam sarayı ortaya koyacaktır.'' İdealindeki Medresetü'z--Zehra'nın, bu ilahi sarayı temsil etmesini bekliyordu. Özellikle Van, Diyarbakır, Siirt, Bitlis gibi şark vilayetlerinde açılmasına ihtiyaç gördüğü bu okulların, Osmanlı mozayiğini bir arada tutacak harç olacağını ve muhtemel menfi akımlara karşı sed olacağını düşünüyordu. Buna dair yirniden fazla arşiv belgesi vardır. ''Her mü'min i'lâ-yı kelimetullah ile mükelleftir.Bu zamanda (cihadın) en mühin vesilesi maddeten terakki etmektir.'' O güçlü dış düşmanları bile ümitsizliğe değil, gayrete vesile yapıyordu: ''Onlar bizim uyanma- mıza vesiledir. Onlardan fen alacağız. İslâm'ın sulh dini olduğuna inandıracağız. Dinin bürhanları ile ikna edip, İslâm'ın mükemmelliklerini ve güzelliklerini fiillerimizle göstereceğiz.'' Bediüzzaman'ın yetiştiği 19. asır, İslâm dünyasının ve bütün dünyanın en sancılı dönemine rastlıyordu.Rönesans sonrası Avrupa'da bilim, kiliseye rağmen gelişince modern bilimin temsil- cileri dine karşı veya en azından dinle ilgisiz materyalist bir istikamette ilerlemiş ve yeni bir ca- hiliye ordusu,güçsüz İslâm dünyası üzerine hücum etmişti.Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra Ana- dolu, İran Afganistan dışındaki bütün İslâm dünyası, Batı'lılarca sömürgeleştirilmişti. Bu fela- ketlerin sebebini, bazı bilim adamları gibi Besiüzzaman da incelemişti. O, 1909'da yayınladığı program ını, daha sonra devam eden elli yıllık hayatı boyunca da incelemiştir. ''Bediüzzaman'ın fihriste-i maksadı ve efkârının program ıdır'' makalesindeki fikirleri özetle şöyledir: 1-İslâm alemini terakkiye sevk edecek uyanışı sağlamak. 2Müslümanların üç temel eğitim kurumu olan medrese mektep ve tekke arasında uyum sağ- lamak. 3- İlmî çevrelerde hürriyeti tesis etmek. 4- Medreselerde ihtisas şubeleri kurmak. 5- Geniş kitleleri irşad edecek vaiz ve hatiplerin yetiştirilmesini yeni baştan ele almak. 6- Osmanlı toplumunu geliştirmek için en büyük üç düşman olan cehalet, zarûret (yani fakirlik,) ve ihtilâfı yenmek.Bu üç düşmana karşı ma'rifet (bilim ve eğitim), sanat (endüstri) ittifak silahıyla cihad etmek. 7-Hilâfet makamının ıslâh edilmesi. 8-Osmanlı devletinin dağılıp beylikler haline dönüşmemesi için İttihad-ı Muhammedî fikrinin geliştirilmesi. 9- Milli birliği sağlayarak, Kürtlerin ihtilâfı sebebiyle zayi olan büyük kuvvetlerinden istifade etmek. RİSALE-İ NUR'un ÖZELLİKLERİ Mehmet Akif'in: ''Doğrudan doğruya Kur'an'dan alarak İlhâmı Asrın idrakine anlatmalıyız İslâm'ı.'' şeklinde güzelce ifade ettiği özlemi, Bediüzzaman, Risale-i Nur'la kısmen gerçekleştirmiştir. Hadîs-i Şeriflerin de Kur'an'ın tefsiri olduğunu ve ondan ayrı sayılmaması gerçeğini unutmaksızın Bediüzaman, İslâm'ın esas meseleleri ile meşguldür. İsrailiyat, menkıbeler, âdetler yönü ile fazla meşgul olmaz. Risale-i Nur, iman hakikatlerini, akla yaklaştırarak aklî delillerle izah ikna etmeye çalışır.Akla hi- tab ederken kalbi, duyguları ve nafsi ihmal etmez. Bundan dolayı okuyanların nefislerini tezkiye edip ahlâklarını düzeltmesi,Müellif'in, rızâ-yı ilahiden başka bir tesir altında kalmamasından ileri gelir. Risale-i Nur'da Bediüzzaman,mevzuya girerken ona esas teşkil eden, hareket noktası olan ayeti veya ayetleri yazar.Bazen misallerin de yardımıyla ayetin hedefi olan hidayetin aydınlığına ulaştırır ve yazılanın, ilgili ayetin yüzlerce, binlerce inceliklerinden biri olduğunu söyler.Bu arada son asırlarda ortaya çıkan dalâletlerin, batıl felsefî ve ideolojik fikirlerin kötü etkileri izale edilir, adları verilmeksizin, o akımlar, kuvvetli aklî delillerle çürütülür.( İ. K. Salihi, s, 125---129. Onun ''Ehl-i Küfür'',''Ehli Dalâlet'', ''Ehl-i Sefahet'' genel isimleriyle kastettiği bâtıl cerayanları, onları tanıyanlar bilir.) Bazen konu, suâl-cevap üslûbuyla verilir.Risale-i nur'un kendine has üslûbu, meş- gul olanlar tarafından hemen farkedilir. Etkisinin sebebi de sorulanın, müellifin nefsinin veya dalâlet temsilcilerinin sorduğu sorulara, dolasıyla umumî derde tercüman olmasından ileri gelir. |